16 Nisan 2024 Salı

KİRLENMEK ÜTOPYADIR

Küçük çocukların genelde reklamlarda gördükleri yiyecek, içecek, oyuncak gibi şeyleri isteme eğilimleri herkesin malumu. Çocuklarınızın reklamlarda görerek “Ben bundan istiyorum.” diye tutturmalarına tanık olmuşsunuzdur muhakkak.  Ufak tefek istekleri yerine getirmek kolaydır lakin bazen çocuklar reklamlarda aile bütçesini aşan ürünler gördüğünde işler karışır. Bir cenahta o ürün için mızıklayan çocuk öbür cenahta bunu alamayan aile.  Peki,  her türlü maddiyatı aşan bir şey isteyen bir çocuğunuz oldu mu hiç? 

Benim de çocukken ben bundan istiyorum diye tutturduğum, özendiğim, deli gibi arzu ettiğim bir şey olmuştu. Lakin hiçbir paranın almaya gücünün yetmeyeceği bir şeydi. Ben bir deterjan reklamı annesine takmıştım kafayı. Ben bu anneden istiyorum, diye. 

Mükemmel bir anneydi. Benim çevremde hiç öyle bir anne yoktu. Oysa bir sürü anne tanıyordum. Kendi annem, arkadaşlarımın annesi, anne olan komşu teyzelerim ve akrabalarım hatta filmlere, dizilere çıkan anneler… Hiçbiri öyle değildi. O anne bir melekti. Çocuğuna beyaz renk kıyafetler giydirip sokağa gönderebiliyordu. Benim ve arkadaşlarımın anneleri bize bırak beyaz giydirip sokağa salmayı, beyaz kıyafet almıyordu. Beyaz giyebildiğimiz tek şey fanilalarımızdı, onda bile bir araya geldiklerinde başka mevzu yokmuş gibi bu atletleri neden sadece beyaz ürettiklerine dair söylenip duruyorlardı. 

Çocuk nasıl becerdiğini bir türlü anlamasam da üstü başı çamur içerisinde eve geliyor; çamura ek olarak dondurma, çikolata, meyve suyu lekesi vs ne ararsan oluyordu üzerinde. Ona rağmen annesi gülümseyerek kapıyı açıyor; çocuğunu gördüğünde o gülümseme devam ediyor; çocuğu banyoya götürüp üzerini sevgiyle değiştirip, tekrar bembeyaz kıyafetler giydirdikten sonra mutfağa götürüp, üstündeki lekelere bakılırsa biraz önce dünyayı yemiş olmasına rağmen bir de önüne güzel yiyecekler koyuyordu. Bizim annelerimiz bakkaldan sadece bir şey o da ufak bir şey almamıza yetecek kadar para veriyordu. Hem dondurma  hem çikolata hem meyve suyunu aynı gün içerisinde geçtim biz aynı hafta içerisinde bile göremiyorduk çoğu zaman. Biz çaldığımızda, yine ne istiyorsun, diye açılan kapılar vardı. Ayrıca biz eve biraz önce dünyayı yemediğimiz için acıkarak gelmemize rağmen ya akşam yemeği bekletilirdi ya da en iyi ihtimalle bir dilim ekmeğin üzerine bir miktar salça sürülürdü. 

Çamurlu havalarda dışarı çıkma lüksümüz de yoktu. Zaten yerler çamurluysa hava muhakkak soğuk olurdu. Sıcak havalarda da öyle çamurlu olmazdı sokaklarımız. O çocuk bir tek sokak konusunda şanssızdı. Dışarıda güneş pırıl pırıl parlasa da, kısa kollularla sokağa çıktığına göre yaz mevsimi olmasına rağmen sokaklarındaki çamur hem de balcık çamur hiç kurumuyordu. Eskiden mevsimlerin daha kesin ve keskin olduğu bilgisinden hareketle yaz günü yağmur yağma olasılığı yok denecek kadar az olduğundan ya sokakta asla tamir edilmeyen patlak su boruları vardı ki bu durum yıllar önce İstanbul’un yaşadığı su sıkıntısını da açıklayabilir ya da o annenlerin oturduğu semtin belediyesi hiç iş yapmıyordu. Üstelik de evlerinin durumundan zengin oldukları anlaşılan lüks bir semtte. 

Ayrıca bu anne, oğlunun her yere gitmesine izin veriyordu sanırım. Biz kapının önünden ayrılamazdık. Üç adım ötedeki bakkala giderken bile haber vermek, annelerimiz balkondan ya da camdan baktığında görüş mesafelerinde olmak zorundaydık. En iyi ihtimalle seslendikleri zaman maksimum iki dakika içerisinde görüş açısına girecek kadar uzaklaşma cesareti gösterebiliyorduk. Bu çocuk dağ, tepe, orman, bayır, deniz, göl her bir yeri geziyordu. Bütün bu alanları coğrafi açıdan birbirine yakın yerlerde bulması mümkün olmadığından bir gün içerisinde hatta okuldan sonra gittiği göz önünde bulundurulursa üç dört saat içinde buralara gidebiliyordu ki bu da ancak otostopla mümkündü. Belki de böyle süper annesi olan bir çocuğun süper güçleri vardı, bilemiyorum. 

Bizim kapımızın önünden ayrılma lüksümüz yoktu. Oynadığımız sokaklar asfalttı. Ne beyaz giyebiliyorduk ne yiyeceklerimiz üzerimize dökeceğimiz kadar çoktu ne de çamurlu havalarda dışarı çıkabiliyorduk. En kötüsü de Allah korusun kazara üzerimizi kirletirsek bizi sevgiyle karşılayıp banyoya sokan anne modeli henüz bizim sokağa gelmediğinden kirlenmek bizim için ütopya, kirli kıyafetlerle eve gitmek kâbustu. Bu nedenle tüm çocukluğum o anneye özenmekle ve o şanslı çocuğu kıskanmakla geçti. Oysa onu hak eden bendim. Çok uslu bir çocuktum. Onun sorumsuz oğlu gibi değildim. 

O anneyi farklı kılan şeyin eğitim ve maddi imkânlar olduğuna inandım yıllarca. O anne kesin üniversite mezunuydu ve iyi bir geliri vardı. Yıllar sonra anne olan iyi eğitimli ve iyi gelirli arkadaşlarım arasında da bulamadım öyle bir anne. Sonunda anladım ki o anne de en az kirlenmek kadar ütopikmiş, en azından bizim ülkemizde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder