4 Nisan 2024 Perşembe

ACABA NE YESEK?

Dünya mutfağı çok ilginç. İnsanoğlu her şeyi yeme eğiliminde sanırım. Bu eğilim yemek programları ve gurmelerle daha da arttı. Dünyanın çeşitli mutfaklarında salyangoz, köpek, canlı ahtapot, bilumum böcekler, akrep, tarantula, kurbağa bacağı, döllenmiş ördek yumurtası, eşekarısı larvası, denizanası, maymun beyni,  kuzu gözü, karınca yumurtası gibi birbirinden itici şeyleri yiyorlar. Türk mutfağı kesinlikle makul. Bazen bazı şeylerin suyunu çıkarsa da… 

Bir arkadaşımız memleketindeki bir çorbacıdan bahsediyor. Çorbaların lezzetini öve öve bitiremiyor. Lakin bizim asıl dikkatimizi çeken şey çorbacıdaki çorba çeşidinin sayısı oluyor. Arkadaş, lokantada tam 120 çeşit çorba olduğu bilgisini verdiği andan itibaren bizim için olay çok bilinmeyenli denkleme dönüşüyor. 120 çeşit çorbanın imkansızlığı üzerinde uzun uzun tartışıyoruz. Bizim çorba literatürümüz tarhana, mercimek, domates, yayla, ezogelin, tavuk suyu, et suyu, şehriye, işkembe, kelle paçayla sınırlı. Hadi patlıcan, soğan, kremalı mantarı da ekleyeyim en fazla on beş çeşide çıkabiliyoruz. Olsa olsa aynı malzemelerle aynı çorbaları farklı şekillerde yapıyorlardır diye fikir yürüten arkadaşlar oluyor. Domates çorbası, kaşarlı domates çorbası gibi. Çorbacı reklamcısı arkadaşımız öyle olmadığını iddia ediyor. Merakımıza yenik düşüyoruz ve yaklaşık 200 km yolu göze alarak çorbacıya gitmeye karar veriyoruz. Bu kararı vermemizde en büyük etken de sürekli olarak gurme olduğunu iddia eden bir arkadaşımız oluyor. 

Gurmeliğin doğuştan geldiği, sonradan gurme olunmayacağı konusunda ısrarcı olan arkadaşımız bu çorbacıya mutlaka gitmesi gerektiğini, kendisi gibi bir gurmenin bundan mahrum olmaması gerektiğini söylüyor. Dahası çorbaların gerçekten lezzetli olup olmadığını tescillemek istiyor. Bir hafta sonu kalkıp gidiyoruz. Gitmeden önce de arkadaşımızdan lokanta sahibinin kendisini çorbalara adadığını, bu işi hobi olarak yaptığını ve en önemlisi çorbalarının beğenilmesi konusunda hassas olduğunu öğreniyoruz. Ancak bu gereksiz bilgiye o an pek itibar etmiyoruz. 

Çorbacıya girdiğimizde duvarı bir baştan bir başa kaplayan çorba listesini okumaya başlıyorum. Hamsi çorbasına geldiğimde hem sıkıldığım için hem de hamsinin bile çorbasını yaptılarsa üç yüz yirmi çeşit bile çorba yapabilirler diyerek okumayı bırakıyorum.  Garson sipariş almaya geldiğinde doğuştan gurmemiz hariç hepimiz mercimek, yayla, domates gibi bildiğimiz, tanıdığımız, aşina olduğumuz, bizi şaşırtmayacak, hayal kırıklığına uğratmayacak, güvenilir ve en önemlisi kesinlikle yiyebileceğimiz çorbalardan sipariş veriyoruz. Bizim gurme, ben biraz daha inceleyeceğim mönüyü, henüz seçemedim, diyerek gönderiyor garsonu. Eksantrik çorbalar deneyecek illaki. Yapma etme bildiğinden şaşma, tuhaf bir şey gelir yiyemezsin dediysek de dinletemiyoruz. Ben doğuştan gurmeyim, insanlar gurme olmaz, gurme doğar, her şeyi tadabilirim diye diretiyor. Lakin yeterince gurme değilmiş anlaşılan Alişka, Miso, Pirpirim, Toyga, Bıtbıt, Püşürük, Düğürcük gibi bir sürü enteresan çorba arasından isteye isteye paça çorbası istiyor.  

Bizdeki bilgi “Hayvanın kellesinden yapılan çorbaya paça denir.” şeklinde. Lakin onlar hayvanın ayağına paça diyorlarmış. Arkadaşın önüne ayak çorbası geliyor. Hayvanın kellesini yüzme konusunda bir sıkıntı yok ama aynı şey ayak için geçerli değil sanırım. Aşçılar ya ayağı yüzememiş ya da bin çeşit çorba yetiştireceğiz diye yüzmemiş. Zira yüzmek fiilinin kullanılacağı tek şey çorbanın üzerinde yüzen kıllar oluyor. 

Üzeri kılla kaplı çorbayı gören arkadaşın rengi mütemadiyen değişmeye başlıyor. Biraz önce söylediklerini yutamadığından, kıllarla cebelleşmeye başlıyor. Kaşığıyla kılları önce sağa itiyor, olmuyor. Sonra sola itiyor, yine olmuyor. Pes etmeyip başka bir kaşığın yardımıyla iki yana itip arayı açmayı deniyor lakin o zaman da çorbayı yeme şansı kalmıyor. O çorbasıyla cebelleşirken biz çorbalarımızı afiyetle yiyoruz tabi. Sonrasında kendisine yardımcı olalım, biz kılları tutalım o yesin diye iki arkadaş el atıyoruz olaya. Bizim çorbanın üzerine eğilmiş bir şeyler karıştırdığımızı görmüş olmalı ki lokanta sahibi olduğunu düşündüğümüz, insan irisi bir arkadaş arkasında en az kendisi kadar cüsseli iki kişiyle tepemize dikilip “Bi durum mu var gardaş?” diye soruyor. Adamın soruş tarzı herhangi bir durumu dile getirme cesareti vermek bir yana, ağzımızı açmaya bile korkacağımız şekilde olduğundan bir şey diyemiyoruz. Çorbalarına laf etmekle aile efradından ya da sülalesinden bir takım kişileri uygunsuz sıfatlarla anmak, nazarında aynı şeymiş gibi duran adam hakkında daha önce öğrenip gereksiz olduğunu düşündüğümüz “Lokanta sahibi çorbaları konusunda hassastır.” bilgisi birden önem kazanıyor. Çorbacılık işini tamamen hobi olarak yapan bu iri ve ürkütücü arkadaşın boks falan gibi başka hobileri olup olmadığı endişesi şöyle bir yokluyor beni. Bizim doğuştan gurme, sanki içemediği çorbanın az sonra parasını ödeyecek bir müşteri değil de misafirliğe gitmiş mütevazi bir konuk edasıyla çorba çok güzel olmuştan başlayıp ellerinize sağlık, çok zahmet etmişsinize kadar götürüyor övgüleri hatta cümlesini Allah razı olsunla noktalıyor. 

Bir sorun olmadığına ikna olan çorbacı yanımızdan uzaklaştığında rahat bir nefes alıyoruz. Sonra hep birlikte sıkıştırmaya başlıyoruz arkadaşı çorbasını içsin diye. Her şeyi yiyebileceğini iddia eden doğuştan gurme bunun imkansız olduğunu söylüyor. Arkadaş çorbasını içiyormuş gibi yapmaya çabalarken başka bir arkadaş hesabı ödüyor. Lokanta sahibini gözetlemeye başlıyoruz. Başka bir masaya gittiğini görünce fırsatı ganimet bilip apar topar çıkıyoruz dışarı.  Bizi, yemek yiyip hesabı ödemeden kaçsak en fazla bu kadar gerilebileceğimiz bir duruma düşüren doğuştan gurmemize yol boyu takılmadan edemiyoruz. “Gurmelik doğuştan gelir. Sonradan gurme olunmaz.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder